Hugh Masekela Güney Afrika’nın Efsanesi
23 Ocak 2018’de 79 yaşında hayata gözlerini yuman Güney Afrika’nın gelmiş geçmiş en değerli sanatçılarının, hiç şüphesiz başında Hugh Masekela geliyor. Hayatının son dönemlerine doğru pek çoğumuz tarafından elini ayağını müzikten çekip artık emekliliğini yaşıyor diye düşünürken konunun hiç öyle olmadığını farkettik. Zira bu müzik ruhu hala üretken ve faal idi, hatta birçok sanatçıya kıyasla korkusuzca deneyselliklere de sokulmaktaydı. Dünyanın en başarılı trompetçisi arasında yer almış olan Hugh, Caz ritimlerini aklınıza gelebilecek her tarzı kariyeri boyunca başarıyla harmanladı.
Bunların arasında yerel kasaba müzikleri, funk, rock, reggae, soul ve Afro-beat sadece birkaçı. Bunları yaparken de sorumlu ve bilinçli bir şekilde herkesin utanç ile dönüp baktığı ırkçı rejime bol keseden karşı dikilip, müziği ile de listelerde yer almasını başardı. Duyarlılığının sonucu olarak dönemin rejimi tarafından sürüldü ve 30 yıl boyunca ilk nefesini aldığı topraklarından mahrum kaldı. Bu süreçte katıldığı pek çok saldırgan müzik kampanyasından algı uyandırarak başı dik çıktı.
Bir efsane var karşımız, inanılmaz bir hayat öyküsüne sahip göçmüş bir efsane.
Politikacılara olan savaşı son nefesine kadar sürdü. En son örneği 2009 tarihli “Phola” adlı çalışmasında yer alan ‘Bring It Back Home’ adlı parçaydı. Burada sanatçı günümüz Güney Afrika devletini “hafızalarını kaybettiler ve düşmanı kucakladılar” şeklinde ağır bir biçimde eleştirdi. Adeta Kara Kıta için sayısız kaleme alınan politik parçaların en son halkası niteliğindeydi. Kendi yüreğinin sesini dinleyip, hep haklının yanında olmaya çalışan bir sanatçıdan da bu beklenirdi zaten.
Hugh Ramopolo Masekela Beyaz’lar tarafından despotça yönetilen Güney Afrika’da siyahî bir çocuk olmanın gerçeklerini öğrendiği andan beri, asi bir ruh olarak hayatı göğüsledi. Takvim sayfaları 4 Nisan 1939’u gösterirken Witbank (şimdilerde Mpumalanga olarak bilinmekte) adlı bir köyün nüfusu bir kişi arttı. Burada yaşayan halkın çoğu göçmen ve işçi olduğundan Hugh ruhunu toplumun sorunları ile yoğurdu. Bunun meyvesini ise 1994 tarihli “Stimela” adlı çalışmasında hepimiz tattık. Daha üç-dört yaşlarında fiilen çalışmaya başlayan Hugh, o zamanlarda siyahîlerin gizli buluşma noktalarında ani baskılara karşı gözetmencilik yaptı.
İşte daha o yaşlarda Hugh Masekela, beyaz çocukların annelerine dönüp “a bak anne bizim gibi giyinmeye çalışan şu maymuna bak” cümlesini duydu.
Bu cümle hamurundan hayatı boyunca eksik olmayacak bir içerik olarak yerleşti. Hugh o genç yaşında ırkçılığın ne olduğunu anladı ancak ne yazık ki durum iyileşeceğine, 1948’de ANP (The Afrikaner Party)’nin başa geçmesiyle tam bir felakete doğru sürüklendi. Bir anda beyaz dominantlığı, üstün ırk zihniyeti tüm ülkeye yayılmaya başladı. Siyahî insanlar bir böcek gibi ezilmeye çalışıldı, öldürüldü ve eziyet çektirildi. Tek neden Siyah ve Beyaz ayrımı, oysa bu iki renkte birbirinin tamamlayıcısı, aynanın iki yüzü.
Söz konusu kaotik dönemlerde Hugh, izin verildiği kadar, eğitimine önem verdi. Aynı zamanda Kirk Douglas’ın başrollerinde oynadığı, Bix Beiderbecke adlı bir caz trompetçisini canlandırdığı “Young man With A Horn” filmini izledikte sonra içinde daha önceden fark etmediği bir kıpırdanma hissetti. Bu daha sonra müzik aşkı olarak tanımlandı ve Hugh erken yaşlarda günümüzde özleştiği trompet ile tanıştı. On dört yaşında biriktirdiği ufak bir miktar cep harçlığı ile uzun pazarlıklar sonucu ikinci el bir trompetin sahibi oldu. Böylece hayatındaki ilk enstrümanına sahip olan Hugh, ilk dersini de ordu bandosunda trompet çalan bir siyahîden aldı.
Zamanla Hugh kendini enstrümanı ile geliştirdi ve ondaki şevki gören sınıf arkadaşları ile birlikte ilk müzik ekibini kurdu. Grubun adı Huddleston Jazz Band olarak tarihe geçti. Grup adını okulda en çok sevdikleri hocaları Trevor Huddleston’dan almıştı. Bu nezakete karşılık vermek üzere Huddleston ilerleyen tarihlerde bir şekilde o dönemin en baba trompetçisi Louis Armstrong’a ulaşarak Hugh’un öyküsünü anlattı. Bu öyküden çok etkilenen Armstrong, Huddleston’a Hugh’a teslim edilmek üzere bir trompetini yolladı. Elbette Satchmo’nun trompeti Hugh’a teslim edildiğinde bu genç müzisyenin neler yaşadığını burada anlatmak için kelamların yetersiz kalacağını vurgulamam gerek.
Hugh Masekela yeni enstrümanı ile müziğe son gaz verip kendini geliştirmeye ve yavaş yavaş politik duruşunu duyurmaya başladı. Müzik yelpazesini Dixieland cazından swing ve modern caz tarzlarına kadar geliştirdi. Yelpazesi geliştikçe, ünü de kasabasından taşmaya başladı. Müziği sayesinde ilk resmi işi, siyahî Güney Afrika’da o dönemde sergilenen King Kong müzikalinin, müziği yapmak oldu. Bu müzikal ününe ün katmasının yanı sıra gelecekteki eşi Miriam Makeba ile tanışmasına da vesile oldu.
Güney Afrika’nın siyahîlere karşı politikası sertleştikçe Hugh mecburen ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Önce Londra’ya ve oradan Amerika’ya göç eden sanatçı, bu süreçte müziğini de geliştirmeyi ihmal etmedi. Makeba ile 1964’de yaptığı evliliği sadece 2 yıl sürdü. 1966’daki boşanmasıyla birlikte Hugh batı sahiline yerleşti ve burada müziğini funk ve soul harmanlaması ile farklı bir boyuta sürükledi. California’da aradığını bulan Hugh, hem müziğini geliştirdi hem de politik ayaklanmalara öncülük ve iştirak etti.
Jimi Hendrix ile 1967 tarihli efsanevi Vietnam karşıtı festival olan Monterey Pop’da çalan sanatçı Amerika’da tanınmaya başladı ancak en büyük patlama ‘Grazing In The Grass’ adlı parçası ile oldu. Bu parça ile Amerikan listelerinde üç hafta boyunca en üst sıralarda süzülen Hugh, bir milyon satış grafiği yakalayarak bol bol ödüllere de boğuldu. Artık istediğini ünü yakalamıştı ancak bu onun militan ruhunu dizinlemedi, aksine kamçıladı.
Özellikle 1966 tarihli “The Emancipation of Hugh Masekela” adlı albümünün kapağından Abraham Lincoln kılığında poz vermesi müzik camiasında pek çok kişinin dikkatini çekmesinin yanı sıra rahatsız da etti, özellikle kendi içerisinde de sorunlarını halledememiş olan Amerikalı yetkililer bu konuda çok hassaslaştı. Masekela, Amerikan caz müziğine âşık olmuş olabilir ama özellikle TEOHM albümünün bazı politikacıların koltuğuna çomak soktuğu için Amerika ile ilişkisi politik nedenlerden dolayı hızlı bir şekilde sona yaklaşıyordu.
Yavaş yavaş Amerika’da gözden düştü ve konserleri neden gösterilmeden iptal edildi, belli ki Hugh birilerini ciddi anlamda rahatsız etmişti ve bu Kapitalizm’in baş-ülkesi bu militana tavır almaya başladı. Bu güzel ilişki ölüyordu, bilhassa eski eşi Makeba’nın dönemin siyahî lideri Stokely Carmichael (gerçek adı Kwame Ture olan bu lider, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki sivil haklar hareketinde ve küresel Pan-Afrika hareketinde önde gelen bir organizatördü) ile evlenmek isteği, Amerikalılar ile bardağı taşıran en son damla oldu.
Baskıya daha fazla dayanamayan trompetçi Batı Afrika’ya seyahat etti ve takip eden yıllarda Gine, Liberya ve Nijerya’da çok fazla zaman geçirdi. Bu seyahatlerde farklı ülkeleri şeceresine eklerken Hugh aynı zamanda farklı kültürlerin müziğine dalma imkânı da yakaladı. O zamana kadar geliştirdiği müzik tarzını bu farklı yerel müziklere bandırmaktan çekinmedi. Bazı kombinasyonlar uyumluluk gösterirken bazıları tamamıyla deneysel kaldı. Bu dönemde Afrika’da Fela Kuti fırtınası esiyordu ve doğal olarak Hugh’da bu akımdan etkilendi.
Kendine özgü tarzını Afro-Beat ile evlendirmeden çekinmeyen Hugh, ortaya her dinleyenin ağzını bir karış açık bırakacak bir tarz geliştirdi. Fela Kuti bir öncü olarak Hugh’un elinden tutarak kendisini Ganalı ekip Hedzoleh Soundz ile tanıştırdı. Bu tanışmanın sonucu olarak Hugh, Hezoleh’e dâhil oldu ve beş yıl süresince birlikte müzik yaptı. Bu birlikteliğin sonucu olarak kaydedilen “Stimela” (Kömür Treni) adlı albüm Hugh Mesekela’nın arşivindeki önemli konumunu hala korumakta.
Yavaş yavaş ülkesine yaklaşan Hugh, Gine tecrübesinden sonra Bostvana’ya yerleşti.
Burada kendine bir müzik okulu kuran sanatçı, aynı zamanda seyyar stüdyolarda grubu Kalahari ile kayıtlara devam etti. Kendi memleketinin komşusunda sakin ve üretken bir dönem sürerken maalesef Hugh’ya yine yollar göründü. Bostvana’ya sızan beyazları destekleyen insanların en yakın arkadaşlarını öldürmesi sonucu Britanya bu müzik seyyahının bir sonraki durağı oldu. İşte burada Hugh en üretken müzik dönemini yaşadı. Bol bol kayıtlar yapıp kendi müziğini geniş kitlelere taşımayı sürdüren sanatçı, yine uslu durmayıp politik açıklamalarda bulunmaya devam etti.
İngilizler Amerikalılara kıyasla biraz daha anlayışlı çıktıklarından dolayı Hugh, hemen bir tepki çekmedi ama yavaş yavaş düşman safhası artmaya başladı. Bu dönemde Nelson Mandela’nın serbest bırakılması için bestelediği ‘Mandela (Bring Him Back Home)’ beklenmeyen bir başarı yakaladı. Bunu Paul Simon’un Güney Afrika müziğini tüm dünyaya tanıttığı “Graceland” albümünün dünya turnesi takip etti. Yıllar sonra tekrar eksi eşi Makeba ile sahneyi paylaşan Hugh, Paul Simon ile birlikte Güney Afrika’ya gösterilen kültürel boykotu yıktı.
Nelson Mandela’nın serbest bırakılışı ve Güney Afrika’daki ırkçı rejimin yok oluşu Hugh’un hayatında yine yeni bir safha daha açtı. Artık ülkesine geri dönebilen trompetçi otuz yıllık sürgün yaşantısını ülkesinde ilk defa verdiği trompet turnesi ile noktaladı. O zamandan beri, ölümüne kadar fiilen yeni sanatçıların elinden tutan, yeni müzik iş birlikteliğine giren Hugh, üretmekten hiç geri durmadı. 2009’da çıkan “Phola” adlı albümü ise hala dizginlenmeyen bir asi ruhun, bir müzik adamının güncel ve kavrayıcı sesi.
Bu dünyadan göç etmeden önce en son üretimi kendisinden iki yıl sonra aynı evrene göç eden Tony Allen ile birlikte kaydettiği “Rejoice” adlı çalışma oldu. “Rejoice” yaygın eleştirel beğeni ile karşılandı. Hugh Masekela’nın en son üretimi nefis bir şekilde kariyerini noktalamış oldu.
Dinlemeden olmaz:
- The Emancipation of Hugh Masekela (Chisa, 1966)
- Techno-Bush (Jive Afrika, 1984)
- Waiting for The Rain (Jive Afrika, 1985)
- Liberaton: The Best of Hugh Masekela (Jive Afrika, 1985)
- Tomorrow (WEA, 1987)
- Hope (Trioka, 1994)
- Back To The Future (Shanachie Records, 1998)
- Beatin’ Aroun De Bush (SPV/Blue Label, 2009)
- Phola (Four Quarters / Times Square, 2009)
- Rejoice (World Circuit, 2020)