İsrail Diaspora Cazı
Söz konusu sanatçıların bir kısmı kendi kültürleri ile şekillenip bunu müziklerine yansıtırken, diğer bir kısmı ise yenilikçilikten uzak, vizyonsuz bir şekilde balon içerisinde sanat kariyerlerini (eğer buna kariyer diyebilirsek) sürdürüyor. Bu ikinci kategoriye girenler bazen İsrail cazı çalarken bazen de caz çalan İsrailli konumuna bürünüyor.
Benim asıl hedefim birinci kategoriye düşen sanatçılar. Aslına bakarsanız ortada pek çok müzik kişiliği olan bir beden var. Malum İsrail Akdeniz’in kesişim yollarından biri. Doğal olarak buradan çıkan cazcılar yaşadıkları Arap ve İsrail kültürü ile gelişip, müzik bakımından çok yönlü olarak beslenmekte. Klarnetçi ve saksafoncu Anat Cohen’a göre yaşadıkları ortamdaki müzik onlara tüm dünya müziğine karşı bir algı duyarlılığı sunuyor. Bu duyarlılığın zenginliği ve algı genişliği ise en kolay caz tarzında ifade ediliyor.
Hakikaten, İsrailli sanatçılar cazın alt kategorilerine sokulabilecek kadar zengin bir kulvarda süzülmekte. Ortaya çıkan sonuçlar ise oldukça etkileyici. Bunlardan birkaç örnek vermek gerekirse; gitarist Roni Ben-Hur bebop piyanisti Barry Harris’in yanında çıraklık yapıp bu tarzı öğrendi, bir başka genç sanatçı olan Gilad Hekselman ise Ari Hoening ve Joel Frahm’ın yanında caz ritimlerinin nasıl genişletilebileceği üzerine emek sarf etti.
Tromboncu Reut Regev avant-garde caz kulvarında üstat olan Anthony Braxton yanında kendini geliştirdi, öte yandan Rafi Malkiel ise trombonunu Latin Caz kulvarına sokularak, ilk albümü 2007 tarihli “My Island” ve daha sonra çıkan 2010 tarihli “Water” yer alan parçaları ile dinleyenleri ile paylaştı. Bu örneklemeler solist Ayelet Rose Gottlieb ve Assis Tshar gibi sanatçılar ile zenginleştirilebilir.
Müziğin fiziki ve ruhi uyarlanırlığı, bu süreçte geçirdiği değişimi ve olgunlaşması, söz konusu serüvenin bir parçası, bir açılımı. Mesela piyanist Anat Fort kendi serüveni sonucu ulaştığı müzik türünün caz kulvarında olduğunu ancak prodüktörü söyleyince fark etmiş.
Oysa uzun bir süre kendisi bunu bir etnik harmanlama olduğu kanaatindeymiş. Bu serüven sonucu Anat Fort, kendisini ağır ilerleyen klasik bir müzisyenken tutkulu bir caz bestecisi ve yorumcusu olarak görmeye başlamış. Burada ana etken caz tarzının ses skalasının aksine içerdiği kavramsal konsepti. Özgürlüğü tartışılmaz ancak bununla birlikte gelen ciddi taahhüt çok daha önemli.
Bu gelişimin sonucu Anat Fort, hayatı boyunca hayran olduğu Paul Bley ve Keith Jarrett’ın da bağlı olduğu, ECM müzik firmasından ilk üretimini 2007 yılında “A Long Story” adlı çalışması ile verdi. Bu öyküde Anat Fort gibi dikkat çeken diğer kahramanlar ise piyanist Alon Yavnai, kendisi Kübalı üstat Paquito D’Rivera yanında müziğini geliştirdi, ve Herbie Hancock ile tüm dünyayı turlayan saksafoncu Eli Degibri.
Ve elbette atlanmaması gereken bas virtüözü Avishai Cohen var. 1992 yılında daha yirmi bir yaşındayken New York’a gelen sanatçı, oldukça zor bir müzik sürecinden sonra Chick Corea’nın dikkatini çekmeyi başardı. Birkaç yoğun yıl arka arkaya Corea ile konserler veren basçı, ilk dört solo albümünü de üstadın müzik firması Strech’den çıkarttı.
Pek çok İsrailli gibi Avishai Cohen’de Amerika’nın cazibesi ile uzun bir dönem cebelleşti ve en sonunda kendi memleketine yerleşmeye karar verdi. Konserler arasında nefes almak için çılgın bir şehre geri dönmektense, çok daha sakin ve huzurlu bir ortamda kendini yenilemeyi ve dinlendirmeyi tercih etti. Kendi memleketine dönmüş olması onun yeni jenerasyondan gelen yerel sanatçılara da kulak misafiri olmasını sağladı. Bu keşif sürecinde ise Cohen oldukça yetenekli piyanist Shai Maestro ile karşılaştı ve yeteneğinden öyle etkilendi ki hemen “Gently Disturbed” albümünde yer almasını istedi. Bu keşif macerası süresince Avishai’ın yaptığı şu yorum ise oldukça etkili: “İsrailli müzisyenler o kadar yetenekliler ki, çok ufak bir bölgeye konsantre olmuşlar ve çalacak mekan ne yazık ki çok az.”
İsrail Caz tarzının altına giren diğer sanatçılar ise 3 Cohens üçlüsü ve Third World Love dörtlüsü. Bu ekiplerin ortak sanatçısı ise bir başka Avishai Cohen (trompetçi). Özellikle yaptıkları müzik ise İsrail caz tanımı altında yer alıp Ortadoğu, Afrika ve Batı harmanlaması.
Coltrane sonrası saksafon geleneği sürdüren sanatçıların arasında yer alan Anat Cohen için bu tür çok kültür harmanlaması içeren müzikleri kabullenmek çokta kolay olmamış. Uzun yıllar sarf edilen emek yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı. Bu süreçte klarnet ile tekrar aşk yaşayan sanatçı, bu enstrüman sayesinde yerel İsrail folk melodileri ile Brezilya ritimleri arasında bir köprü kurabilmiş. Bunların hepsi ise farklı kültürlere açık olan kulakların algı yetisi sayesinde olmuş. Sanatçılar ise bunları alıp, işleyen birer ritim terzisi.
Anat Cohen’in 2007 tarihli “Poetica” aldı albümü ise bu terziliğin en güzel üretimlerinden biri. Bu albümünde Cohen ağırlıkta İsrail’de yaşayan göçmenlerin köklerine inip, onlarla birlikte ülkeye gelen yerel ezgilerin zamanla İbranice versiyonları alıp, tekrar orijinal kökleri ile işledi. Farklı bölgelerden ve kültürlerden gelen ezgiler böylece İsrail caz tarzı altında toplanmış oldu.
İlk akla gelen açıklama, İsrail’in konumu gereği etkilendiği müzik yelpazesi oldukça geniş olması. Bunun içerisinde Sefarad, Yunan, Türk, Avrupa, Arap ve Rus müzikleri yer almakta. Bunların hepsi bir biçimde İsrail müziğine işlenmiş durumda ve İsrailliler de bunu bağırlarına basmakta.
Özellikle New York’tan gelen cazcıları İsrail’e dönemsel yerleşmeleri ülkeden yeni yeşeren caz sanatçılarına oldukça katkıda bulundu. Kanımca bundan dolayı da pek çok İsrailli müzisyen New Yorklu cazcı olarak algılanmakta, zira bir biçimde İsrailli cazcılar New Yorklu meslektaşlarından fazlasıyla etkilenmiş durumda.
İsrail’de olup da Arap etkisinden uzak kalmakta pek mümkün değil. Özellikle Amerikalı sanatçılar İsrail’e geçirdikleri süre boyunca fazlasıyla Ramallah tarafına geçip Arap sanatçılar ile müzik birlikteliğine ve sohbetine dalmıştır. Böylece belki de dünyanın en şiddetli sınırlarından birisinde sanatsal ve kişisel ilişkiler kuruldu. Her ne kadar İsrailli caz sanatçılar pek politikaya girmek istemeseler bile İsrail-Filistin çatışmasını göz ardı etmeleri mümkün değil. Dönemsel olarak yapılan anketlerde İsraillilerin büyük bir çoğunluğu barış peşinde. Bu oran özellikle İsrailli müzisyenler arasından %95’lik bir düzeye yükselmekte. İki uç arasında oldukça büyük bir boşluk var ancak sanatçıların hepsi bunu müzikleri ile doldurma çabasında.
“Unity” adlı albümün de basçı Avishai Cohen, politikaya sert bir şekilde eleştiri yapmakta. Albüm kitapçığında “barış olmadan herhangi bir ülkede gerçek anlamda bir güvenlik olacağına inanmıyorum. Gerçekten barış sağlamak için ise adalet mutlak. Adalet ile barış için ise birlik gerekli” yazan sanatçı, bu konuda nerede durduğunu çekinmeden dile getirmekte.
Periyodik olarak nükseden olaylar sonucunda ise Avishai Cohen duruma karşı bir şey yapamadığının acizliğini yaşıyor. Ona göre insanlar daha da vahşileşiyor. Ancak müzik sayesinde kendisini şanslı görüyor zira şu an var olmakta olan olayların tam aksinde duran bir şey yapıyor.
Bu tür sesler zaman zaman yükseliyor ve inanıyorum ki ileride daha da fazla yükselecek. Belki bu çerçeve içersinde son zamanlarda İsrail caz sanatçılarını tema alan pek çok konser veya festival düzenlenmekte (burada ağırlıkta Avrupa ve Amerika’dan bahsediyorum). Böylece başka kültürler ile beslenip kendi müziklerini geliştiren sanatçıların yanı sıra bu sanatçıların etkiledikleri müzik ruhlarına da şahit oluyoruz. Zira onlar geniş bir keşif içerisinde, farklı diyar ve kültürlerde barışçıl süzülmekte.
Onlar müzisyen, hiçbir şeyi sineye çekmemeleri gerektiğine gayet vakıflar; özellikle müziklerini. Anat Cohen’in dediği gibi; sonuçta paylaşılan dünyanın sunduğu müziklere karşı belirli bir açıklık gerek.