Santuri Ali Ufki Bey
Kendisi Evliya Çelebi’nin çağdaşı ama karşılaşıp karşılaşmadıkları meçhul. Gerçek adı Wojciech Bobowski, kendisi aslen Polonyalı ve 1610 doğumlu. Tatarlar tarafından esir alınıp İstanbul’a getirilmiş ve burada Saray’a köle olarak satılmış. Batılılar onu Albert Bobowski olarak bilir. Bu şahsiyet fazla bilinmez veya tanınmaz ancak bence Osmanlı müziği kulvarında en önemli isimlerden biri. Bizler onu Santuri Ali Ufki Bey olarak tanıyoruz.
Wojciech Bobowsk onyedinci yüzyılın başlarında Galiçya’nın Lwow kentinde doğmuş, iyi bir ailenin çocuğu olarak da iyi eğitim görmüş. Latince ve Yunanca müzik öğrenmiş. Osmanlılara esir düşüp de İstanbul’a köle olarak getirildiğinde otuzlu yaşlarındaymış. İhtida edince Ali adı kendisine uygun görüldü. Şiirlerinde de Ufki mahlasını kullandığı için Ali Ufki olarak adı tarihe kazındı. Saray meşkhanesine kabul edilmiş ve uzun yıllar burada kalmıştır.
Türk Musikisini ve santur çalmayı öğrendi. Santuri Ali Ufki Bey Türk klasik musiki eserlerinin ve halk ezgilerinin en eski yorumlarını içeren bir müzik antolojisi hazırladı. Açıkçası geleneksel Osmanlı – Türk musikisi tarihinin en önemli yazılı sanatçılarından biri ile karşı karşıyayız. Fazla bilinmez sadece ilgilinenler tarafından araştırılır ve sahiplenir. Cem Behar’ın kendisi hakkında oldukça değerli eserleri var. Onun haricinde Kitapyayınevi bünyesinde basılan Topkapı Sarayı’nda Yaşam adlı eser de Ali Ufki Bey hakkında çok değerli bilgiler verir birinci ağızdan.
Burada tarihsel veya edebi bir yazı kaleme alma niyetinde değilim ancak Bobowski’nin özellikle 15. yüz yıl Osmanlı müzikisi hakkında bizlere ulaştırdığı bazı değerli bilgileri sizlere sunmak isterim. Bu bilgilerin bir kısmı da Osmanlıların müzik bilgileri hakkında. Karşılaştığım bazı ilginç konular şöyle:
- Albert Bobowski’ye göre Türkler notalamayı bir harika, mucizevi bir şey olarak görüyor. Müzikinin okunup yazılabileceğini tahmin bile edemiyorlar. Böyle bir idrak sistemleri olmadığını kaleme alıyor.
- Müzikler hakkında genel olarak ötekilerin müziği kurgusu üzerinden konuşuyor. “Müsikileri” gibi ifadeler kullanıyor sanki hiç bir zaman bu müziği benimsememiş gibi.
- Türki müsikisini iki tür olarak tanımlıyor. Birincisi ev musikisi veya bir oda içinde dinlenebilen musiki. İkincisi ise çok gürültülü olarak tanımladığı savaş veya açık havada çalınan müzik. Bu elbette çoğumuzun aşina olduğu mehteran müziği. Bobowski bu dış müziği hiç semediğini de ifade ediyor.
- IV. Murad a capella müziğinden hiç hoşlanmamış. Bu eserleri kadınlara layık ve bu müziği fazla yumuşak buldu. Zerre kadar ilgi duymadı zira o bir savaşçıydı ve on da savaş kulağı vardı. Tercihini Türklerin eski türü için kullandı.
- Dans eden içoğlanlarına rakkas, soytarılara da mukallit (gülen, güldürücü) denir; bunlar da, öğleden sonra üçten akşama kadar musiki odasında alıştırma yapar. Genellikle hasoda sazendelerine eşlik ederler. Hem dans edip, hem de daire, zemmur ve çalparelerini çalarlar.
- Halk şarkılarına türkü deniyor ve bunları konusu çoğunluklar ülkedeki savaşlar, zaferler veya aşklar, acılar, yokluklar.
- Oda müzisyenleri genellikle her salı padişahın saçı tıraş edilirken huzurunda çalmaya giderler.
- IV. Murad erkeklerle sohbete oturduğunda, Sultan İbrahim ise cariyelerle beraberken musiki dinlemekten çok hoşlanırdı. Aslında kadınların hakkını verip onlarıoğlanlara tercih eden Sultan İbrahm, doğanın bizlere telkin ettiği daha mantıklı bir hareket tarzına uyuyordu.