Ümmi Gülsüm
Perşembe akşamları radyoda verdiği konserler esnasında tüm Orta Doğu’da resmen hayat durman noktasına gelirdi. Sokaklar boşalır, insanlar Ümmi Gülsüm’ü (Umm Kulthum) dinlemek için radyoya yapışırdı. 1975’de aramızdan ayrıldığında, yaklaşık dört milyon müzik sever, sanatçıyı uğurlamak için Kahire sokaklarına döküldü. Onun adı Umm (bazen Oum – Um veya daha farklı yazılır) Kulthum (bazen Kulsoum, Kalsoum vb olarak yazılır) idi. Ülkemizde ise kendisi hep Ümmü Gülsüm olarak bilindi. Tüm bu isim farklılıkları hiçbir zaman, Ümmi Gülsüm’ün 20. yüzyılda yaşayan en büyük Arap sanatçı olduğunu değiştirmedi.
Mütevazi bir kadın için 1975 yılı tam bir epik son oldu. 1904 yılında, Tami Al-Zahayrah adı bir çöl kasabasında ilk nefesini alan sanatçı, tamamıyla kaza sonucu müzik ile tanıştı. Köyün imamı olan babası, aynı zamanlarda düğünlerde ve festivallerde gazel okuyan tanındık bir sanatçıydı. Bu performanslar süresinde oğlunu da yanına alan imam, kendisini yetiştirmeye başladı. Babasının abisini çalıştırdığı sürece boyunca, uzaktan onları izleyen Ümmi Gülsüm, kendi imkanlarıyla sesini geliştirmeye başladı. Bir gün ezberlediği tüm parçaları adeta yıllardan beri söylüyormuşçasına babasının önünde söyleyince babası hayretler içerisinde kızını kucakladı. Böylece genç Ümmi Gülsüm ailesi ile birlikte sahneye çıkmaya başladı, kısa bir süre sonra yeteneği bariz bir şekilde ortaya çıkıp ailenin diğer fertlerini geride bıraktı. Bir anda yaşadığı bölgede herkesin dilinde dolaşan yetenek oldu (bu dönemlerde kadınların toplum önünde şarkı söylemesinin ne kadar uygunsuz olduğunu göz ardı etmeyelim) ve art arda konser vermeye başladı. Kızının yeteneğine herkesten daha vakıf olan imam, tüm aileyi Kahire’ye taşıdı zira orada Ümmi Gülsüm’ün hakkettiği eğitimi alacağını biliyordu.
Kahire öncesi sığ sularda yüzen büyük bir balık olan Ümmi Gülsüm, Kahire’ye gelince kendini bir anda köpekbalıklarının bol miktarda olduğu derin sularda buldu. Elit kent toplumu için Ümmi Gülsüm, kırsal bölgeden gelen, ham ses tekniğine sahip olan, bir köylü idi. Bu durumda pek çok kişi pes edip gerisin geriye köyüne dönebilirdi ancak Ümmi Gülsüm için durum böyle olmadı. Sanatçı kendine bir akıl hocası buldu ve Arap edebiyatı / şiiri üstadı olan Ahmad Rami dahil olmak üzere pek çok hocadan ders aldı. Arap dünyasında ciddi ve saygın bir sanatçı olmak için Arap edebiyatı ve şiiri bilmek mutlak bir unsur.
1926’da ilk kaydını gerçekleştiren Ümmi Gülsüm, böylece profesyonel sanatçı ligine girdi ve son nefesine kadarda buradan hiç çıkmadı. Yıldızı sürekli, ivme kazanarak yükseldi. Babasının kendisine öğrettiği repertuarın yanı sıra, kendine özgü repertuarını geliştirdi. Mısır’ın en iyi bestecileri tarafından kaleme alınan eserleri seslendirdi. İki oktavlı sesi olmasına rağmen asıl gücü bununla gerçekleştirdikleriydi. Nefesini kontrol etmeyi öğrendi, nakaratlar arasında tonlu geçiş ve özellikle kendinden kattığı süslemeler ile dinleyiciye o zaman kadar aşina olmadığı farklı bir sunum yansıttı. Bol bol alınan alkış sesi sayesinde de bazı nakaratları üst üste tekrarlaması ile kendi tarzını oluşturdu. Arap melodik sistemi üzerine geliştirdiği yeteneği o dönemde hiçbir sanatçıda yoktu bu da Ümmi Gülsüm’ü ikon konumuna doğru yavaş yavaş taşıdı. Zamanında bir müzik eleştirmeninin yazdığı gibi; “Ümmi Gülsüm sadece Rubaiyat okumuyor onların her birine anlamda katıyor.”
Mısır Radyo’su 1934’de ulusal yayına başlayınca, halka ulaşan ilk seslerden biri Ümmi Gülsüm’ün sesi oldu ve 1935 yılında sanatçı ilk filmini çekti. Malum, sanatçıların meşhur olduktan sonra mutlaka bir filmde oynaması gerektiği dönemlerdi o zamanlar. 1937’de Mısır Ulusal radyo’su sanatçının aylık konserlerin canlı olarak yayınlamaya başladı, böylece sadece Kahire değil tüm Mısır Ümmi Gülsüm’ün dinleyicisi oldu. zaman geçip teknolojide gelişince, radyonun yayın gücü arttıkça, Ümmi Gülsüm’ün sesi Mısır’ın sınırlarını aşarak tüm Orta Doğu dünyasına ulaştı. Böylece sanatçının Perşembe akşam konserleri efsaneleşti.
1940’larda, sanatçı kariyerinin doruk anlarını yaşarken, algısının artmasıyla birlikte daha bir politik olmaya başladı. Seslendirdiği parçalara yerleştirilen zarif tonlar ile tekel hükümeti ve politik adaletsizliği eleştirmeye başladı. Bu süreçte müziği sayesinde durdurulamaz bir güç haline geldi. radyo’da hangi müziklerin çalınıp çalınmamasına karar veren birimin başı ve daha sonra Mısır Müzisyenler Birliğinin başkanı oldu.
Zamanın pek çok sanatçısı, özellikle kadın sanatçısına, kıyasla kendi kariyeri üzerine tam hakimiyeti vardı. Bu hakimiyet sayesinde istediği bestecinin parçalarını söyledi, istediği yönetmenin filminde oynadı, hatta söz konusu filmlerdeki teknikçilere ve asistanlara kadar karar veren bir kişi oldu. Tek kişilik bir karar veren mekanizma oldu. Efsaneye göre diva kelimesini ilk hak eden hatta bunu yaratan da kendisi oldu.
1952’de gerçekleşen Mısır devrimi ile politik duruşu daha bir ön plana çıktı. Nasser’ı kuvvetli bir destekçisi olan Ümmi Gülsüm, sık sık bu yeni lideri öven parçalar ile vizyonunu destekledi. Neredeyse her verdiği demeçte, lafını esirgemeden savunduğu görüşleri yeniledi, korkmadan inandığı vizyonun arkasında durdu ve hep halkının arkasında durdu. İnandıkları taktirde, yoksulların başaramayacağı hiçbir şey olmadığını sürekli tekrarladı. Ancak belki de Mısır için en büyük başarısı 1967’deki Altı Gün Savaşı (Ḥarb’el‑eyyam’es‑Sitte) sonrası morali altüst olmuş olan tüm Arap Dünyasını kapsayan turneye çıkması oldu. Bu konserler sonrasında da Mısır Hükümetine 2 Milyon Amerikan Doları bağışlamasıyla tarihe adını yazdırdı.
Altmışlarda Ümmi Gülsüm’un müziğinde değişmeler olmaya başladı. Sözlerin çoğu politik mesajlardan romantik nakaratlara kaydı. Daha önemlisi uzun yıllar çalıştığı Ahmad Rami’yi Abdel Vahab adlı yeni besteci ile değiştirdi. Vahab, Mısır müziğine getirdiği Batı yaklaşımı ile tanınan bir besteciydi. Klask Mısır müziğine angaje ettiği Batılı yaylılar, gitar ve altyapılar sayesinde kendine hakkıyla bir yer edindi ve Ümmi Gülsüm’de bunu göz ardı etmedi. Böylece Ümmi Gülsüm’de yeni stili olarak Vahab’ın getirdiği yenilikleri kendi müziğine adapte etti.
Altmışlarına merdiven dayayan sanatçı o zaman kadar yaklaşık 300’ün üzerine parça kaydetti. Sadece Orta Doğu’da değil artık amerika ve Avrupa’da da tanınan ve saygı gören bir sanatçı konumuna yerleşti. Maalesef yetmişlerde yaşlılık ve hastalık sanatçının peşini bırakmaya başladı. Özellikle 1971 ve 1972 yılları ayarlanan konserler, tam bir neden gösterilmeden, tek tek ertelendi. En sonunda 1972’nin aralık ayında sahnede yerini aldı, ancak kendisini iyi hissetmediğinden dolayı konseri tamamlayamayıp yarıda kesti. Bu onun en son canlı konseri olarak tarihe geçti. daha sonra çıkan haberlere göre, böbrek sıkıntılarından dolayı sağlığı gittikçe kötüleşti. Yoğun bir tedavi sürecinden sonra yavaş yavaş iyileşmeye başladı, hatta yeni bir parça bile kaydetti. Planlara göre söz konusu yeni parçayı ilk defa halk önünde söyleyecekti. Ancak plan hiçbir zaman gerçekleşmedi zira efsanevi Ümmi Gülsüm 4 Şubat 1975 tarihinde kalp yetersizliğinden dolayı hayat ile olan tutkulu bağını sonuçlandırdı.
Sanatçının ölümü tüm yurda ilk tanıştırıldığı radyo üzerinden duyuruldu. Kahire merkezinde yer alana Umar Makram Cami’sinde gerçekleştirin ölüm töreni, yabancı misafirlerinde gelebilmesi için iki gün ertelendi. Sanatçının naaşı saatlerce omuzlarda taşındı, milyonlarca hayranı sokaklara döküldü, bir zamanlar şarkıları ile coşanlar onun için göz yaşları dökerek kendisini uğurladı. Daha sonra cenaze namazı ılınmak üzere Kahire’de farklı bir camiye götürüldü ve gün sonunda ebedi istirahat mekanına gömüldü.
Ümmi Gülsüm tüm Orta Doğu için emsali olmayan bir sanatçıydı. Sesi, parçaları ve vizyonu pek çok yüreği alevlendirdi. Hala günümüzde, otuz yıl önce aramızdan göç eden bu efsanevi sesin, albümleri ciddi sayıda dinleyiciye ulaşıyor. Ve yüce bir kişilik olarak Orta Doğu halkı arasında yaşıyor zira o her zaman Mısır’ın sesi idi.