Müzik Bir Şekilde Yüreğimde: Alice Coltrane
Son elli yıldan beri Coltrane soyadı modern müzik platformunda güncelliğini her zaman korumayı başardı. Amerikanın yanı sıra uluslararası bir methine sahip olan bu soyadı, her görüldüğü afiş, program ve albümde kesinlikle dikkat çekti. 12 Ocak 2007 tarihinde Los Angeles’da hayat ile yollarını ayıran caz dünyasındaki ender arpçılardan biri olan piyanist, orgcu ve besteci Alice Coltrane’in yoğun ve zengin hayatını şöyle bir özetleyelim istedim.
Bir zamanların müzik başkenti olarak kabul edilen Michigan, Detroit’da dini inançları oldukça kuvvetli olan bir aileye 27 Ağustos 1937 yılında doğan Alice McLeod’un ufak yaşlarda müziğe olan tutkusunu fark eden ailesi, yedi yaşındaki çocuklarının piyano öğrenmesini teşvik etti. Oluşmakta olan bu genç müzik ruhu sürekli ve azimli bir şekilde klasik müzik eğitimi aldı. Kendisini geliştirmekten hiçbir zaman korkmayan sanatçı, temel klasik müzik eğitimini takiben ileri düzeyde Rachmaninoff, Beethoven, Stravinsky ve Tchaikovsky üzerine eğitimini sürdürdü. Çok yüksek entelektüel bir ambiyansa sahip olduğuna inandığı bu müzik türünü çok uzun yıllar yoğun ve en ince ayrıntısına kadar irdeledi. Eğitiminin sonucunda klasik müziğinin büyük ustaların istedikleri normlarda bestelerinin saygıyla tekrar canlandırılması olmaktan öteye gitmediğini fark etti ve bundan dolayı yaratıcılığı, doğaçlamayı kucaklayan ve ifade özgürlüğüne sahip olan – kardeşi basçı Ernie Farrow’un tanıştırması – ile caz platformuna geçiş yaptı. 1959 yılında Paris’e gidip Bud Powell’dan piyano dersleri aldı ve ülkesine geri döndüğünde Detroit’te ilk caz üçlüsünü kurdu.
Alice Mcleod, piyanist Hugh Lawson ve baterist Earl Williams ile okuduğu liseden mezun olduğunda oldukça tanınan yerel bir müzisyendi. Genç bir bayan olarak müziksel başarıları tüm şehri kaplamıştı ve bundan dolayı çok fazla konser, kilise korosu, cenaze, dinsel buluşma ve düğünlere davet edildi. Şehrindeki en iyi gospel korosunda piyano ve org kalması sanatçının müzik yeteneğine inanılmaz katkıda bulundu. Çok kısa bir süre sonra Alice org (özellikle Wurlitzer orgu), arp ve sintisayzır enstrümanlarında da iddialı olduğunu fark ettirmeye başladı. Bu dönemde gitarist Kenny Burell ve saksafoncu Lucky Thopmson gibi ustalarla çalma fırsatını yakaladı.
60’larda New York’a taşındıktan sonra Alice, Terry Gibbs Quartet’de ile müziksel tecrübesini paylaşmaya başladı. Bu dönemde efsanevi avant-garde, müzik dehası, tenor ve soprano saksafonlarını konuşturan John Coltrane ile 1962 yılında tanıştı. John Coltrane’in grubunda piyona çalan McCoy Turner’in 1965’de kendi solo kariyerini kovalamak için gruptan ayrılması ile boşalan koltuğa Alice oturdu ve John Coltrane hayata gözlerini yumana kadar bu koltuktan kalkmadı. John Coltrane’in Doğu ezgilerine olan tutkusundan dolayı, her çalışmasında bir sonraki müziksel boyuta ulaşmasında Alice’in piyanoda yarattığı sınır tanımayan varyasyonlarının çok büyük katkısı oldu. Birlikte avant-garde caz sınırlarını keşfettiler. Alice Coltrane özellikle “Live at the Village Vanguard Again!” ve “Concert in Japan”, aldı albümlerdeki ritmik tutkulu arpejleri ile çok büyük bir beğeni kazandı. 1965’de bir yastıkta kocamak için birbirlerine Meksika’da söz veren John ve Alice Coltrane’in çok kısa sürecek olan evliliklerinden üç çocukları oldu. Bunlar sırasıyla baterist John Jr., saksafoncu Oran ve Ravi. Ne yazık ki John Jr. 1982 yılında bir trafik kazasında gözlerini hayata yumdu.
Kocasının akciğer kanserinden dolayı 1967’deki ölümünden sonra, müzik yapmaya devam eden Alice, tanıştığı doğu ezgileri sayesinde daha meditasyon ağırlıklı derin müziksel sınırlara sokuldu. Müziği dünyevi meseleleri aşarak insanın ruhsallığına uzanan bir anahtar olarak kullanmaya başladı. Bunun sonucu olarak Vedanta (gerçeğin doğası ile ilgilenen Hindu filozofisi) ile ilgilenmeye başlayan sanatçı bir marka olan Coltrane adından vazgeçip adını Swamini Turiyasangitananda olarak değiştirdi. Hintli guru Sathya Sai Baba’nın öğretilerinden oldukça etkilenen sanatçı, böylece kendi ruhsal serüvenine yelken açtı ancak yine de müzikten kopmayıp, çok ender olsa bile dönem dönem Alice Coltrane adı altından konserler vermeyi sürdürdü. Bu dönemde sırasıyla Pharoah Sanders, Joe Henderson, Frank Lowe, Carlos Ward, Rashied Ali, Archie Shepp ve Jimmy Garrison gibi sanatçılar ile gruplar oluşturarak müzik serüvenine devam etti.
Alice Coltrane’in solo kariyeri 70’lerde ciddiyet kazandı. Sanatçı ufak grup oluşumlarıyla klasik müzik ve caz sınırlarından manevi bir atmosfer yarattı. Gruba getirdiği sitar ve tabla gibi enstrümanlar ile caz müziğini dünya müziği sınırlarına soktu. Sintisayzır, org veya kuyruklu piyanoda çaldığı parçaları temellerine indirgeyen sanatçı, her zaman kendi müziğini ve yorumunu içinden çıkartmayı bindi. Kendi ses sentezinden oluşan bir yörünge yaratan sanatçı, adeta dualara eşlik edecek müzikler yapmaya başladı. Bu dönemlerde üst üste, “Journey in Satchidananda,” “Ptah the El Daoud”, “World Galaxy” ve “Universal Consciousness” adlı albümleri çıkarttı. 1970’lerde kocasının ölümünden sonra yayınlanan albümlerin koordinasyonunu sağladı, özellikle rengârenk kapağı ile “Infinity” albümünde çok emeği olduğunu belirtmekte fayda var. Ayrıca kendisi John Coltrane’in “A Love Supreme” albümünü Hindu duasal ağıtları ile birlikte yeniden yorumladı. 1980 ve 1990’larda fazla dağıtılmayan birkaç tane ruhsal albüm çıkarttı. Ancak yaşatmaya çalıştığı yeni müziksel sınırlara olması gerektiği kadar ilgi gösterilmedi. Böylece yavaş yavaş sanatçının solo kariyeri sönmeye başladı, beklide istediği buydu.
1990’da yeni ilgi alanlarını yansıttığı “Astral Meditations” adlı toplama albümünü çıkarttı. Daha sonra sanatçıdan yeni bir üretim ancak 2004 yılında “Translinear Light” adlı çalışması ile geldi. Charlie Haden, basçı Jack DeJohnette, Jeff “Tain” Watts, ve James Genus gibi sanatçıların katkısıyla kaydedilen albüm, oğlu Ravi tarafından aranje edildi. Bu albümden sonra daha sık performans vermeye başlayan sanatçı 20 yıllık bir aradan sonra ise ilk defa 2006’nın sonunda tekrar sahne ve seyirci ile buluştu. Sanatçı ölmeden önce Musevi duaları, Sanskrit ezgileri, kilise müziği ve caz harmanlamasından oluşan “Sacred Language of Ascension” adında bir albüm üzerine çalışıyordu.
John ve Alice Coltrane’in yenilikçi, gelecekçi ses sentezleri, çağdaş müziğe yeni bir güzergâh açtı. Adeta müzik dünyasının kayıp akordunu bulan sanatçılar, böylece kendilerinden sonra takip edecek olan genç sanatçılar keşfedilmesi çok geniş bir müzik vahası bıraktı. Kendilerine özel vizyonları artık sınırlardan taştı ve tüm dünyaya yayıldı ve böylece hem insanlar müziği daha iyi anlar ve takdir eder oldu. Öteki dünyadaki müzikleri keşfetmek üzere yola çıkan Alice Coltrane, huzur içinde yat…