Logogenik ve Pathogenik Müzik
Bir parçanın tek başına gerçeği yansıtması pek mümkün değil. Ancak o parçanın varlığı birebir insanın varlığının kanıtıdır. Bu bağlamda Aristoteles’in dediği gibi, “Duyguların dile getirilmesi yolunda hiçbir şeyin bir şarkı kadar etkili olması mümkün değildir.” Bir şarkı insanın duygularının yansımasıdır ve müzik, insanın duygularını, düşüncelerini seslerle anlatma olanağı veren bir “dil”dir. Herkesin anlayabileceği veya en azından yakınlık duyabileceği bir dil.
Son zamanlarda dinlediğim iki grup bana fazlasıyla insanı duygular yaşatmakta. Bunun başında Baltimore’un bağrından kopup gelen Future Islands ve İskoçya’nın on bin nüfuslu Kilsyth kasabasından gelen The Twilight Sad. Her iki grupta yer alan müziksel iletişim çok kuvvetli. Uzun zamandan beri şahit olmadığım bir duygu yüklemesi. Kültürel olgularını doğrudan müzikleri ile dinleyiciye taşıyan bu iki grup, birebir seyircisi ile bir bağ kurmakta. Burada yapılan müzik iyi müziktir.
Tarih boyunca insan sesinin “birincil” olma konumu her iki grupta yaşatılıyor. Bu değişmeyen olgu, insan sesiyle birlikte enstrümanların yer aldığı müziklerinde aynı hiyerarşi düzeninde sürmekte. Duygu patlaması yaşayan insan sesi, vücut ile beden bularak dinleyiciye ulaşıyor. Solistlerin adeta kendilerini dövercesine şarkı söylemeleri, mevcut olan meseleleri kapsamakta yetersiz kalan şarkı sözlerine belli bir miktarda katalizörlük sağlıyor. Sahnede donuk, dinleyici ile mesafeli, ulaşılmaz ve samimi olmayan grup yapısından uzak olan Future Islands ve The Twilight Sad, yeni jenerasyon müzisyenlerden olup yeni jenerasyon dinleyicilerin aşina olmadığı bit tutku modeli sergiliyor. Çoğumuzun aşina olduğu, halkın sözlü geleneğini geniş kitlelere taşıyan yerel türkülerde kendini hırpalayan solistlerin bir türevi var karşımızda. Bazılarımız için uzaylı, alelade ve hatta yobaz, görünebilen bu davranış biçimi günümüzde her şeyin mekanik olduğu ve dayanılmaz bir kulak kirliliği ortamında baş tacı edilmesi gereken bir unsur.
Söz de sanatı allayıp pullayan bir dayatma mekanizmasında güdülen kitlesel tüketim odağı karşısında bu iki grup ve benzerlerinin tamamıyla insanı içgüdü ile müzik yapabiliyor olması doğallığa kayışın bir ibaresi. Sanatın uzun bir maraton olduğunu bilen bu tür gruplar sansasyonel ‘kadın’ olgusunun sömürülen reklamından uzak, müziğin arka plana itilip tamamıyla materyalist kavramlar ile ezilmesine karşı dimdik dikiliyor. Bu kişiliklerinden dolayı da Asya’nın öte ucuna bile gitseler kabul görür konumdalar zira kullandıkları dil “ortak insan dili.”
Future Islands ve The Twilight Sad ekiplerinde kendi sesine düzenli bir biçim vermek isteyen insanın yıllar önce tercih ettiği iki ifade patikası kullanılmakta. Birincisi, sözlerin hâkimiyet kurduğu, ezginin sadece bir araç gibi kullanıldığı logogenik patika. İkincisi ise sözlere daha az bağlı olup, içten gelen, duyguların kendi hallerine bırakıldığı, başıboş halleriyle ortaya çıkan taşkın anlatımsal patika. Buna da tutkunun veya coşkunun müziği olarak tanımlayabileceğimiz pathogenik patika diyoruz. İşte bu iki patikada yürüyebilen, Atlantik’in iki farklı köşesinden gelen Future Islands ve The Twilight Sad son günlerde ritim, melodi ve armoni üçlemesini en başarılı şekilde harmanlayan organik birer ekip. Birden fazla sesin, sözün uyum oluşturduğu kavrayıcı bir bileşim, ki umuyorum bu uzun soluklu ve kalıcı olur zira bu kaosun içerisinde acil ihtiyaç var.