Mich Gerber ve Çift Bas Enstrümanın Yolculuğu
Çift Bas (Doublebass) çoğumuzun pek aşina olmadığı bir enstrüman. Özellikle ilk duyulduğunda klasiklik kokan bir çalgı, ancak Mich Gerber bu enstrümanın tellerini gitmedikleri esnekliklere uzandıran, bir solo enstrümanı olarak yeni müzik parantezlerine ulaştıran bir sanatçı. Yapmış olduğu müzik, caz kategorisinde değerlendiriliyor olsa bile aslında cazın oldukça uzağında. Cazın üvey evladı gibi, çok farklı ancak ucundan elini tutan bir tarz olarak değerlendirilebilir. Mich Gerber’in yarattığı müzik bir “füzyon”, caz, klasik müzik ve teknolojinin özel el hüneri ile birlikte karıştırılıp zevkimize sunulduğu bir sıcak müzik çorbası sanki. Çıkış noktası ve öğrenimi klasik müzik olsa da, bir döneminde klasik caz dâhil birçok müzik türevlerinin ilk dönemlerinde gezinse de, son zamanlarda yaptığı çalışmalarıyla sanatçı tamamen kendine özel bir tarz oluşturmuştur.
Annesi bir organist, babası ise bir kemancı olan Mich Gerber zaten gözlerini müzikli bir ortama açmış. Çift bas ile ilk buluşması ise Bern’deki Müzik Konservatuarı’nda olmuş. Sonra Bern Senfoni Orkestrası ile çift bas çalmaya başlayan sanatçı zamanla farklı müzik tatlarına açlık duymaya başlamış. Bir dönem serbest olarak değişik oluşumlarda çaldıktan sonra istediği farklılığa ulaşabilmek için kendi başına yola devam etmesi gerektiğine karar vermiş. Bunun sonucu olarak birbirini takip eden birkaç yıl Avrupa, Afrika ve Amerika’da seyahat etmiş. Bu seyahatleri boyunca gelen ilhamlarla çift bas’ını farklı yorumlama yöntemlerini geliştirmiş. Sonuçta amacı hep kendine özgü müzik kulvarını yaratmak olmuş. Sonra canlı sampling yöntemini keşfedince solo kariyerine resmen başlamış.
Uzun emeğinin ve azminin ödülü olarak ilk albümü “Mystery Bay” piyasaya çıkmış. Albümün almış olduğu sessiz olumlu eleştirilerden sonra kendini nasıl daha fazla geliştirebileceğini araştırmış ve tam bu noktada davulcu Gert Stäuble ile tanışmış. Stäuble’nin katkısı ile Gerber’in kendine has müziği davul ile tanışmış ve bir üst kademeye ulaşmış. Sonra ekibe dâhil olan DJ Dustbowl ile Montreux Caz festivali başta olmak üzere birçok konser vermişler. Bu arada müzik sessiz sessiz gelişmeye devam etmiş.
Gelişme süresince Gerber müziğinde insan vokalinin eksikliğini hissetmiş olmalı ki bir sonraki albümü “Amor Fati”de İngiliz sanatçı Imogen Heap ile çalışıp birkaç parçasını seslendirmesini istemiş. Sonuç mükemmel bir uyum!
Kendine özgü aranje tekniği ile Mich Gerber soyut melodik parçacıkları konser sırasında programlayıp, klasik müzik unsurları ve çağdaş elektronik melodileriyle aynı elekten geçiriyor. Yakaladığı büyüleyici tekrarlayan melodi kuşakları ile inanılmaz bir performans canlılığını avuçlayan Gerber, resmen ufak bir oda orkestrasında kendi kendine eşlik ediyor.
Zamanla pikaplar bu muhteşem performansların vazgeçilmez üyesi oldular ve yarattıkları cızırtılar ile Gerber’in müziğine çeşnilik katıp uçsuz bir duygu yoğunluğu oluşturdular. Mich Gerber ise tüm bu müziğin ağırlığı altında kontrbasıyla büyüleyici bir şekilde dans ediyor.
Tüm çalışmalarında görüleceği gibi basamak basamak Mich Gerber’in müziği bir oluşuma girip kendisine bir kişilik kazanmış.
Canlı aranje sonucu çıkan tekrar model ses ve oryantalliğe olan ilgisinden dolayı Mich Gerber Doğu’da daha fazla konserler vermeye başlamış. Zaten bunun sonucu olarak da İstanbul’a sık sık uğramış (2 defa Babylon / 1 defa Aksanat). Bu ziyaretlerinden bir seferinde tanıştığı Arkın Allen (Mercan Dede) ile inanılmaz bir paralellik yakalayıp sihirli bir müzik bahçesine girmişler. Bunun meyvesi olarak da Montreux Caz ve Fransa’daki “Jazz à Vienne” gibi festivallerde inanılmaz performans sergilemişler.
Bu işbirliğine şahsen 27 Eylül 2002 akşamı Babylon’da vermiş olduğu konserde şahit oldum. Babylon normalden daha az kalabalıktı ve aslında bu sakinlik hem ortam hem de müzik için biçilmiş kaftandı. Mich Gerber ve Mercan Dede’nin sahnede buluşması beni ve o gece orada olan tüm müzikseverleri başka bir boyuta götürdü. Mich Gerber boyutu olarak isimlendirebileceğimiz bu yer müzik ruhunuzu bedeninizde ayırıyor.
Gert Stäuble (yapımcı) ve Oli Kuster (Klavye ve elektronik) oluşumu ile üzerinde çalıştığı yeni albümü “Tales of the Wind” 2004 Eylül ayında zevkimize sunuldu. Bu defa yeni albümde Mich Gerber’e eşlik eden sanatçıların sayısı biraz daha artmış. Örneğin gitarda Luk Zimmermann, iki parçada vokallerde çok uzun zamandan beri sesinden büyülendiği Jaël, udda Mısır’lı Ahmad El Sawy ve Bansuri’de Hintli Sujay Bobade müzik rüzgârları ile albümü süslemişler. Bu albümde Mich Gerber sisli, mistik bir ortamda bize Doğu’dan gelen ezgi rüzgârlarıyla süslenmiş, rock ile dövülmüş, klasik müzik ile yumuşatılmış ve teknoloji ile kıvamına getirilmiş bir müzikal sergilemekte. Albüm dinlendikçe oturacak ve içimizde bir yerlerde kalacak düzeyde çok başarılı.
Sanatçının bir önceki üretimi olan “Wanderer” ise 2008′in sonlarında raflarda yerini aldı. Sanatçının bir sonraki evresini yansıtan bu 12 parçadan oluşan organik yapı yine klasik ezgileri ihtiva etmesinin yanı sıra bir sonraki adımın da habercisi.
Mich Gerber’in en son üretimi ise 2018’de “Shoreline” adı altında on eser ile süslendirilip karşımıza çıktı. O zamandan beri bol konser veren çift basçı enstrümanıyla birlikte müzik serüvenini sürdürüyor.