Olağan hacılanma şüphelileri…
Geçen gün Caselogic’te yer alan CD koleksiyonumu bakarken bir seri halinde olması gereken arşivimden bazı CD’lerin eksik olduğunu gördüm. Bu CD’ler nerede olabilir, düşüncesine dalmadan hemen aklıma geldi. Bir film şeridi gibi o CD’leri en son gördüğüm anı tekrar yaşadım. Söz konusu CD’ler benden ödünç alınmıştır. Aslında, kimin ödünç aldığını bile biliyorum ancak bu onları geri almak konusunda bana ne yazık ki pek yardımcı olmayacak. Bunun bir usulü var, bir işleyişi, adabı ve raconu ama takipsizlikten dolayı ne hacılama vukuatları yaşıyoruz.
Çocukken bu tür konular daha bir kolaydı. Arkadaşında olan bir şeyi sende bulunan bir şey ile değiş tokuş yapabilirdin. Kaç defa Tipitip cikletinden çıkan numaralı karikatürleri bir avuç misket ile değiş tokuş ettiğimi veya tam tersini yaptığımı bilirim. Dediğim gibi, o zaman bu tür olaylar daha kolaydı, çocuktuk ve kısasa kıstas mantığı içerisinde, bir şey istersen karşılığını vermek zorundaydın. Belki de demokrasinin ilk örneğini uygulamalı olarak o yaşlarda yaşamıştık. Sonuç çok basitti: alan mutlu, veren mutlu. Oysa büyüyünce bu durum dramatik değişti. Büyüklerin oyun mantığı, değiş tokuş zihniyeti tamamıyla farklıydı. Nedense hilekârlık başrollerdeydi.
Evime gelen, müzik sever, bir dostum bendeki arşivi görünce ıslanmış bir köpek yavrusu gibi köşeye sinip, bu CD’yi veya plağı ödünç vermem için adeta yalvarmaya başlardı. Kendinizi bulabileceğiniz en sakat durumlardan biridir bu. Zira sonucu genellikle hacılamak ile sonuçlanırdı. Ödünç alabilir miyim ifadesinin altında yatan gizli mesaj: “alıyorum bir daha bunu benden zor geri alırsın,” idi. Ne yazık ki istisnalar hariç sonuç her zaman böyle oldu.
Bir defa ödün verdikten sonra, söz konusu CD, kaset veya plağı geri istemek geçen zaman zarfında ne kadar zorlaşır bilir misiniz? İlk başlarda sık sık sorduğunuz soru, geçen haftalar, aylar hatta yıllar sürecinde seyrekleşir ve artık sormaya utanırsınız. Sorarken de bin bir yalan üretmeye başlarsınız, oysa bu CD/plak aslında sizin, hep sizin idi. Sahiplenme duygusu ile kamçılanırsınız, o albümü bir defa dinlemek için vermeyeceğiniz şey yoktur, ama çiğ süt emen karşı taraf sizi her fırsatta alt eder. Yalan kılıcınızı daha sağlam bir yalan kılıcı ile kırıp geçer. İşte tam bu sürecin bir noktasında size ait olan bir şey hacılanmış olur, geçmiş olsun. Nasıl geri alacağınızı kara kara düşünürsünüz ama karşı taraf her zaman sizi alt etmeyi başarır, en azından bende durum hep aleyhime olmuştur.
Nedense hacılama kavramı özellikle sanatsal eserlerde pek bir revaçta. CD, Plak, kitap, Beta, VHS ve DVD, işte bunlar hacılama listesinin başında yer alan ürünler. Bundan kaçış yolu pek kolay değil. Kendimce zamanında iki yöntem bulmuştum. Öncelikle benden bir şey isteyen her kim ise cevabım hayır oldu, “kusura bakma ama prensip gereği evden dışarıya hiç bir şeyimi çıkartmıyorum.” Hemen yediğim damga: “paylaşımdan uzak, bencil ve ukala” olurdu. Bunlar en hafif etiketlerdi, diğerlerini yazmak pek yakışık almaz. Ama yaşım ilerledikçe etiket koleksiyonum bir o kadar kabardı diyebilirim. İkinci yöntemim ise, söz uçar yazı kalır atasözünde ilham alarak, ödünç verme sürecini yazıya dökmekti. Adeta karşı taraf ile yazılı bir sözleşme yapardım. Bu sözleşmeyi de ancak ve ancak güvendiğim kişilerle yapardım. Belirli bir süre bu iki formül işe yaradı diyebilirim ama daha sonra, nasıl oldu bilemiyorum, yine karambole getirilen ben oldum.
Sonuç olarak, artık hiç kimseye bir şey ödünç vermiyorum. Eğer evimde dinlediği bir CD’yi çok beğendiyse, internetten satın almasını veya sanal sayfasına girip dinlemesini öneriyorum (şükürler olsun ki bu olasılık var artık). Ancak bu önerim genellikle karşı tarafı mutlu etmiyor zira benim dinlediğim, nispeten daha zor bulunan müziklere ulaşmak öyle kolay olmuyor. Artık ne yapalım onu da ben düşünecek değilim. Ben, artık ne ödünç alan, ne de ödünç veren mertebesine ulaştığıma inanıyorum. Bunu da canım pahasına savunup, uyguluyorum…